15 Kasım 2010 Pazartesi

terk ediliş

Odamdaki sineği bir silah alıp kurşunlamak istiyorum. Dışarıda yağmur yağıyor, kurumuş gönlümü yeniden ıslatıyor. Hunharca katledilmiş bir kalbin küllerinin yeniden doğuşu için bir dua sanki içimdeki. “Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim incinirsin yine de sen bilirsin, sana gitme demeyeceğim ama gitme lavinya…”
Masmavi okyanuslar üzerinde uçmak mı ruhunu daha özgür hissettirir yoksa bulutsuz bir gökyüzünde bir kuğu gibi süzülebilmek mi? Rüyalarındaki kadar gerçek olursa hissedebilir misin ruhunun nefes alışını? Bir kar tanesinin toprağa olan aşkından erimesi kadar romantik olmayan bu anlar ziyadesiyle insanı düşünmeye sevk ediyor. Yalnızlık çoğu zaman iyidir; kafanı karıştıracak başkaları olmaz etrafta, rahat düşünürsün. Ama şarkıda da dediği gibi “asla yalnız yürümeyeceksin”.
Bir yerlerde sesini duyurduğunda yanına gelebilecek insanlar olmalı hayatında. Paylaşımda bulunmak iyidir çoğu zaman. Anlatırsın içini dökersin. Aksi halde içinde birikenler seni bitirmeye başlar bir süre sonra. Elbette aradaki sınırları korumak adına ne kadar açık sözlü olacağına da kendin karar verirsin.
Ben de bazen üstümde röp de şambırımla elimde viskim ağzımda promla evimin balkonundan hayatı seyretmek ve seyrettirmek istiyorum öz benliğimi. Nietzsche gibi her baş ağrımın hayatımda bir yeniliğe gebe olmasını isterdim. Belki o zaman acıya biraz daha alışabilirdim. Onu sevebilirdim.
Hayatın senin üzerine ne kadar geldiğini merak ediyorsan her şeyi oluruna bırakmalısın sessizce; bakalım yalnız kalabiliyor musun… Yağmur damlalarının her birinin sesi ruhumu serinletiyor adeta…

Ders 1

Hayat dengeler oyunu... Mevzu bahis ne olursa olsun dengeyi kurabilen mutlu oluyor. İnsanların hal ve hareketleri de bu dengenin birer parçası; etkiye tepki prensibi. Fizik de kimya da matematik te bu hayatın sırrını gözümüze güzümüze sokuyor aslında her seferinde bu çözümü, her defasında hayatın her bir köşesinde görebileceğimiz bir yanıt bu aslında, sıkıldığımız bunaldığımız zamanlarda, çaresiz ve muhtaç kaldığımız zamanlarda görebilmemiz için her yerde... Lakin insanlar kör, insanlar sağır, insanlar aptal, ya da beyinleri uyuşmuş... Düşünemiyorlar, düşünmek istemiyorlar... Dış mihraplar tarafından ya da doğrudan kişinin kendi elleriyle uyuşmuş. Farkında olmadan farkındalık kazanmış olan insancıklar çoğalıyor...
Zorlaşan hayat şartları sebebi ile herkez yazar, şair ya da psikolokluğa doğru gidiyor; herkeste bir hayatın anlamını çözme çabası... Anlamsızlaşan anlamlar, kavram kargaşaları, farkında olmadan herkes kendi "büyük buhran"ını yaşıyor. Özel hayatını deşifre ederek farkındalık kazanmaya çalışıyor. Bütün bu olanlar beni gerçekten çok duygulandırıyor, tıpkı ne zaman haber seyretsem midemin bulanması gibi; tüm o insanların sorunsuz hayatlarını sorunlu görerek bunalıma girmesi kadar iğrenç... Yine de hayat güzel; yaşamak, hissetmek güzel...
Her duyguyu, her anı yaşamak... Tabi en önemlisi bu anları paylaşmak... İşte anlamsız hayatlarınızı bir nebze de olsa değerli kılacak olan şey de bu.

12 Eylül

İnsanoğlu aptal… ne kadar anlatsan da anlamıyor kimisi, anlamamakta direniyor resmen. Hak eden kazanıyor elbet her zaman; kimi zaman aptallar ya da zekilerin yaptığı aptallıklar sayesinde olsa da…

Duygusal olan insan ağlar bu duruma, sinirli olansa küfreder. Bense alkol ve tütünle kendime zarar vererek başka acılarla dindirdim bünyemin tepkilerini.

Kaybetmek… Çoğu zaman acı verici. Ancak kaybedeceğini bilerek savaşa girmek daha da acıymış maalesef…

Sevmiyorum ben üzülmeyi, acıları, melankolikliği! Mutluluğu seviyorum ben, doyasıya eğlenmeyi, coşarak sevinmeyi, sevinç gözyaşlarını seviyorum ben…

Sevgiden kaynaklı her güzel duyguyu seviyorum. Yeşil çayırlarda koşan çocuklar kadar saf ve temiz bir dünya hayal ediyorum.

Kime göre neye göre ne kadar ütopik olması umurumda değil dostlar; sadece istiyorum işte…

Sanki bu gün hayatımın son günü, sanki sevdiğim değer verdiğim her şeyi kaybediyorum bugün! Daha önce bu denli hissetmemişim sanki dünyanın acı veren yüzünü ensemde.

Midye işinin Mardin mafyasının elinde olmasına dahi üzülmemişim bu gece; selam vermişim son kez “hayırlı işler Mardinli” diyerek…

akmak isteyen nehirleri durduruyorlar içimde. Kanım çekiliyor ama ben sessiz kalıyorum sadece.

Yapabileceğim hiçbir şey yokmuşçasına. İsyanlar yetersiz, kavgalarımız yetersiz, oylarımız, çabalarımız yetersiz, bir hiçiz sadece.

İki ihtimal var çünkü bu dünya da; ya öyle oluyor ya da böyle işte!..

Terk etmek istiyorum bu diyarları; hiç üzülmeyeceğim

hep mutlu olacağım bir yer bulmak istiyorum

hüznün ziyaret etmediği…